Türkiye ve Kıbrıs arasındaki tarihi bağlar Osmanlı döneminin öncesine kadar gidiyor.
Kıbrıs, Osmanlı öncesinde de Osmanlı döneminde de ve hatta günümüzde de stratejik bir jeopolitik konuma sahip...Bulunduğu bölge itibariyle Akdeniz havzasının belki de en hassas adası. Şu anda adada fiili ve siyasi bölünmüşlükle birlikte iki ayrı devlet ve "ülke" var, -uluslararası görüş farklılıkları olsa bile-...
Esasen son elli yıl içinde Kıbrıs sorununun ana etken kaynağı olarak Türkiye'nin adaya yaptığı Kıbrıs Barış Harekatı gösterilse de başlangıçta Rumların Enosis ile adanın tamamını Yunanistan'a bağlamak amacıyla düzenlediği katliamlar Kıbrıs sorununda fitili ateşleyen olmuştur.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında adada "Kıbrıs Cumhuriyeti"nden ayrı önce Kıbrıs Türk Federe Devleti, ardından da 1983'de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak daha önceden yapılan katliamlarla fiili olarak ayrılmış olan Kıbrıs toplumun siyasi olarak da ayrılmış oldu.
Günümüze kadar gelinen süreçte Kuzey Kıbrıs'ı bir devlet olarak tanıtma çalışmaları ne yazık ki başarıya ulaşamadığı gibi adanın tek devlet olarak varlığını sürdürme konusundaki müzakerelerden de bir sonuç alınamadı.
Kıbrıs'taki çatışma ortamı 1974'de bitmiş olsa da o günden bugüne kadar gelinen noktada Kıbrıs'a benzer bölgesel sorunlar Türkiye için örnek teşkil etmeliydi. Balkanlarda yaşanan büyük acılardan sonra bağımsızlığına kavuşan Kosova, Gürcüstan'da yaşanan Osetya ve Abhazya sorunlar ile bu sene başında yaşan Kırım gerilimi Kıbrıs'a benzerlikleri ile öne çıkıyor.
Buradan hareketle Türkiye için bazı çıkarımlarda bulunmak gerekir.
İlk olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin Kıbrıs adasını -burada kuzeyi belirtmek önemli- ilhak etmesi yani KKTC'nin, Ukrayna'da Kırım Özerk Bölgesinin önce bağımsızlığını ilan etmesi ve sonrasında da Rusya Federasyonuna katılması örneğinde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyetine katılması, adanın tarihi geçmişi, siyasal konjonktürde ve bölge dengeleri açısından zor görünse de bu bir ihtimal dahilindedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin idari yapılanmasına bakıldığı zaman ilk kuruluşu sırasında ülkede en üst idari birim olarak "ilçe"leri görüyoruz ve ilçelerin altında da çeşitli yerel idareler söz konusu. Bu bakımdan, Kuzey Kıbrıs'taki ilçelerin Türkiye'deki ilçelerle siyasi ve idari bakımdan aynı oluşu ileride Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne bir "il" yani vilayet olarak bağlanabilmesini kolaylaştıracağı görülebilir. KKTC'deki ilçelerde Türkiye'deki ilçelerde olduğu gibi atanmış bir kaymakam ile seçilmiş bir belediye başkanı görevde olur. Bu da Türkiye'ye katılması şu an için gündemde olmayan ancak merhum KKTC cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın da hayalini ettiği gibi her zaman gerçekleşebilecek bir durum olarak göze çarpıyor.
Bugün "Kıbrıs adasının kuzeyi", "uluslararası toplum"ca Türkiye tarafından "işgal edilmiş" yer olarak gösteriliyor. Yani uluslararası camia da Kuzey Kıbrıs'taki Türk egemenliğini işgal olarak tanımlasa da bunu sonlandıracak bir girişime imza atacak yeterli argumanları bulunmuyor. Yani, onların eylemlerine göre Türkiye Kuzey Kıbrıs'ı garantörlük kapsamında işgal etti ve adada askeri varlığını sürdürerek adada kendince bir barış ve güven ortamı sağlamış oluyor.
ikinci olarak ise adanın "birleşmesi" adına yıllardır sürdürülen bütünleşme çabaları söz konusu. Bu çalışmalar kapsamında adadaki Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının liderleri belirli aralıklarla bir araya geldiler. En son geçen ay yaşana Doğu Akdeniz'de Rum tarafı kaynaklı petrol arama faaliyetlerinin neden olduğu gerilim nedeniyle Türkiye'nin rahatsızlığını açıkça ve fiili olarak ortaya koyması sonucu Rumlar birleşme müzakerelerinden tek yanlı olarak ayrılmıştı.
Burada adanın tek bir devlet olarak bir araya gelmesine odaklandığımızda, birleşmedeki temel ve ilkeleri görmek yerinde olur. Bunlar, yönetim, toprak, toplum yapısı olarak dikkat çekiyor. Annan planında oylanan Bosna Hersek benzeri dönüşümlü liderlik modeli de konuşulanlardan olsa da Rumların her dönüşümde fazladan 1 dönem liderlik yapması ileride sorunları beraberinde getireceğinden bir Türk, bir Rum şeklindeki model daha adil görünür. Buraya kadar anlatılanlar tipik bir federasyon yapısını içerdiği söylenebilir. Buradan çıkışla yönetimin nasıl kurulacağı da önemli bir konu. Kurulacak federatif yapı içerisinde 2 ayrı federal devletin bulunması öne çıkan düşüncelerden. Yönetim sisteminde yer alaca bir husus da ortak bir Kıbrıs toplumunu yaratacak olan Kıbrıs federal vatandaşlığının temellerinin oluşturulması. Buna göre hem Türk hem de Rum tarafı Kıbrıs Federal Cumhuriyetini oluşturacak olan federal vatandaşlıkta birleştirilmesi amaçlanıyor.Toprak paylaşımı konusunda ise çeşitli ihtilaflar söz konusu olduğu için bazı yerlerde tıkanıklıkların olduğu söylenebilir.
Son olarak ilk iki çözüm ihtimalinin gerçekleşmediği ve Türkiye ile Kuzey Kıbrıs devletlerinin son yıllarda en çok öne çıkan politikaları Kuzey Kıbrıs'ı tüm dünyaya bağımsız bir devlet olarak tanıtma amacı zaten uygulanan ancak henüz başarıya kavuşamamış bir olay. Burada dikkat çekilmesi gereken bir husus da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kendine ait yasaları ile, anayasal kurum ve kuruluşları ile ve yerine oturmuş demokrasisi ve devlet olgusu ile övgüye şayan bir konuma sahip olmasıdır. Bu da hiç şüphesiz Kuzey Kıbrıs'ın uluslararası toplumla entegre olabilme çabalarını ileriye taşıyacak bir gelişme olarak görülebilir. Sonuçta da Türklerin tarih boyuncaki devlet tecrübesinin bir göstergesi diye de not düşmek pek yanlış olmaz herhalde.
Söz Kuzey Kıbrıs'ın "bağımsız devlet" olarak tanınmasından açılmışken farklı bir bakış açısından konuyu sonlandırmak iyi olur. KKTC yani Kuzey Kıbrıs, hali hazırda İslam İşbirliği Teşkilatına "Kıbrıs Türk Devleti" adıyla gözlemci üye statüsünde ve bu da Kıbrıs Türklerinin gelecekte izleyeceği stratejik politikaya yön vermesi açısından önemli. Bunun yanında Kıbrıs Türklerinin, Türkçe Konuşan Ülkeler Oluşumu TÜRKSOY'a da katılması Kuzey Kıbrıs'ın Türk Dünyası ile bütünleşmesi açısından yerinde ve hayati bir olgu diyebiliriz.